Covid-19, 2019’un son çeyreğinde kendini Çin’de göstermişti. Aslında 19.sundan bahsettiğimiz Covid ailesi virüsler uzun yıllardır dünya üstünde gribal enfeksiyona benzer hastalıklar meydana getiriyordu. Tüm dünya Wuhan’daki salgını magazin seyreder gibi televizyonlarından seyrederken, kimse bunun bu kadar kısa sürede bir pandemiye dönüşüp, bütün dünyayı etkileyeceğini ve 2020’den başlayarak bir ekonomik, sosyal ve siyasal belirsizlik içinde bırakacağını tahmin etmiyordu.
‘Dünya küresel salgınlara karşı güçsüz’
Pandemi, pek çok şeyi açığa çıkardı,gözler önüne koydu. Her şeyden önce küreselleşmenin geldiği noktada, ulaşımın, iletişimin, mal ve hizmet değiş tokuşunun dünyayı bir global köye dönüştürdüğü görüldü. İkinci tespit şudur; dünya bir bütün olarak, kontrol edilemeyen, önlenemeyen virüslerin yarattığı küresel salgınlara karşı güçsüzdür.Bu gelecekte de dünya nüfusunun karşı karşıya olduğu en büyük tehdittir. Üçüncü tespit daha çok ülkeler, toplumlar ve sistemler üstünedir. Buna göre bilinç ve eğitim düzeyi daha yüksek, örneğin Kuzey Avrupa ülkeleri gibi ülkeler salgından daha az etkilenirken, sosyalizasyonu güçlü, özellikle sağlık alanında kamu etkinliği fazla olan Almanya gibi ülkelerde, hastalıkla başa çıkmak daha kolay olmaktadır.
‘Covid-19 Neo-Liberalizmin ipliğini pazara çıkarmıştır’
Aslında Covid-19 Neo-Liberalizmin ipliğini pazara çıkartmıştır. Ne diyordu Neo-Liberalizm? Devleti küçültebildiğiniz kadar küçültün ve güçsüzleştirin; kamu hizmetlerini özelleştirin; hastaneleri satın! Bu dalgadan çok etkilenen İtalya, İspanya, Fransa gibi ülkeler bunun acısını çekti. Endüstriyel özellikleriyle, tasarım, marka yaratma ve üst düzey üretim yetenekleriyle, pazarlama teknikleriyle çok övünen bu ülkelerde yüzlerce çaresiz, yatalak, yaşlı hasta bakımevlerinde yapayalnız öldüler hastalıktan. Çünkü çalışanlar çaresizlik içinde kaçmışlardı! Bu bile tek başına bir sistemin geldiği rezil noktadır. Aynı şekilde kapitalizmin ve liberalizmin dünyada başını çeken AngloSakson çete, Amerika ve İngiltere hastalıktan en fazla zarar gören ülkelerden oldular. Çarpıcı istatistikler ortaya çıkıyor. Ölenlerin çoğu yoksullar, işsizler ve sağlık sigortası olmayanlar, tabii yine en fazla güvencesiz yaşlılar.
‘Belirsizlik ve güvensizliğin yarattığı arayış bizi daha iyi bir noktaya götürebilir’
Dünyanın kontrollü bir şekilde normalleşme çabaları içinde olduğu bugünlerde dünyanın, dünya ekonomisinin nereye gittiği konusu insanların akıllarını kurcalıyor. Covid-19 bitmedi, yenilmedi. Güvenilir aşı ve ilaç olmadan da bitmeyecek. Özellikle ikinci, üçüncü dalga gibi olasılıklar bir felaket senaryosu olarak köşede duruyor. Ama insanın doğal yapısı gereği herkes bugününden ve yakın geleceğinden endişe duyuyor. “Dünyada hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” sözü bir klişe haline geldi. Ortaya çıkan sonuç bir değişim ihtiyacıdır esasen. Ben şahsen,dünyanın hemen iyi yönde evrilip değişeceğini düşünmüyorum. Ama içine gireceği belirsizlik ve güvensizlik ortamında ortaya çıkan arayış insanlığı daha iyi bir yere götürebilir.
‘Ülkeler içine kapanabilir, daha otoriter ve totaliter olabilir’
Bugünkü duruma bakarsak, dünya ekonomisinin bu işten çok yara aldığını söyleyebiliriz. Çeşitli tahminler var. Buna göre Avrupa bölgesi ekonomisi %7,5, dünya ekonomisi %3,3 düzeyinde küçülecek bu sene. Dünya ekonomisindeki bu küçülme 9 Trilyon dolara karşılık geliyor ki; bu Almanya ve Japaonya’nın toplam Gayri Safi Yurtiçi Hasılalarına denktir. Büyük bir rakam. Ama bence bu tahminler ve oranlar hala, iyimser tarafta, kuyruğu dik tutmaya yönelik tahminler. Çünkü bilinmezlik bizi daha kötü yerlere de götürebilir. Bilinen şeyler var tabii. Örneğin, başta turizm olmak üzere hizmet sektörünün ve bu sektörde çalışanların en çok zarar görecek olmasıdır. Dünya’da küreselleşme trendinin yavaşlayacağı ve bunun tedarik zincirlerini etkileyeceği. Trump en son konuşmasında “globalizmin sonuna geldik!”dedi. Örneğin, insanların ve giderek toplumların tüketim alışkanlıkları, bununla birlikte üretim şekilleri değişecek. Devletler daha korumalı ve içe dönük olacaklar, bu beraberinde otoriteleşmeyi getirecek; daha otoriter, hatta bazı yerlerde totaliter yönetimler göreceğiz. Irkçılık artacak, Asyalılar ve Afrikalılar daha çok ayrımcılığa maruz kalacaklar, yoksullar, işsizler, evsizler gibi dezavantajlı grupları daha zor günler bekleyecek. Dev sermaye şirketleri salgından ve krizden kar elde etmeye çalışacak, ilaç ve kimya sektörleri çok kazandıracak.
‘Anlı şanlı kapitalizm birkaç gram virüse karşı çaresiz’
Bu karanlık tablo beraberinde bunların alternatiflerini de getirecek. İnsanlar ciddi şekilde materyalizmin zararlarını tartışmaya başladı yeniden. Kapitalizm virüs gibi mutasyona uğrayan ve varlığını sürdüren bir yapı. Adam Smith ile ilkelerini ortaya koyduktan sonra, bir taraftan 1929 büyük dünya buhranı ile diğer taraftan Sovyetlerde uygulamaya konan mülkiyet karşıtı ekonomik sistemle sıkıştığı dönemde, John Maynard Keynes’in, sosyal yardımları, sosyal hakları ve sosyal güvenliği de içselleştirerek meydana getirdiği “refah devleti” teorisi hayata geçirdi. Böylece sosyalizmin kendisi için yıkıcı etkilerinden kendini korudu. Soğuk Savaş dönemi varlığını devam ettirmesi için en uygun ortamı yarattı. Gümrük duvarlarıyla çevrili bir dünyada, imtiyazlı sınıflar ve kişiler karlı işler yaptı. Burada Kapitalizmin iki ayağı “Sermaye Birikimi” ve “Kar Maksimizasyonu”sonuna kadar sağlandı. O kadar sağlandı ki; artık mevcut yapı yetmemeye başladı. Bunun daha fazlası globalizm idi. Bir yandan üretim araçlarından emek, sınırlandırılır ve yerine ikameler aranırken, sendikalı, örgütlü yapı kısıtlanırken; diğer yandan sermayenin olabildiği kadar eli serbest kaldı. Bu şekilde 80’li yıllardan itibaren küreselleşme ile desteklenen Neo Liberal politikalar hemen her yerde uygulamaya kondu. Ama o anlı şanlı sistemler, ülkeler bütün dünyayı enfekte eden, hepsinin toplam ağırlığı birkaç gram virüslere karşı etkisiz ve çaresiz kaldı.
‘Barış ve sağlığın olmadığı bir dünyanın kimseye yararı olmaz’
Gelecekte ben insanlığın daha doğru sistemi bulacağına inanıyorum. Bu sistem hiç şüphe yok ki, daha insancıl, daha eşitlikçi, daha dayanışmacı, daha adaletli olacak. Çünkü bunların olmadığı bir dünya yaşanılası bir yer olmayacak. Artık ülkeleri sadece Gayri Safi Yurtiçi Hasıla ölçütüyle değil, Gayri Safi Milli Refah ölçütüyle de değerlendirelim, tasnif edelim. Bir Çin atasözü “Dünyadaki bütün taşlar altın olsa, insan yine doymaz” der. Bütün taşları altın bir dünyanın, eğer üstünde sağlık ve barış yoksa kimseye bir yararı yoktur.